Bugün Türkiye’de en çok siyasi dil ve tavır sıkıntısı çeken siyasi hareket, genel anlamıyla Kürt hareketi, bunun temsil gücü olan BDP ve Kürt hareketinin önderi olan Abdullah Öcalan’dır.
Haziran’dan, daha doğrusu Gezi direnişinden bu yana ve özellikle 17 Aralık ile birlikte ortaya çıkan koşullar, demokrasi ve barış hususunda Kürt hareketini pozisyon almakta zorluyor.
Adalet ve kalkınma Partisi (AKP) hükümeti ile Öcalan görüşerek bir çatışmasızlık ortamı oluşturuldu. Barış süreci inşasının temel taşı yerine konuldu. Temelin üzerine yeni taşlar konulmamış olsa da, çatışmasızlık ortamının ve insanların ölmemesinin sağlanması, büyük bir adım ve tarihi kazanımdır. AKP hükümeti, Kürt sorununun çözümü sürecinde gerekli yasal adımları atmadı. Sürekli olarak bir oyalama içerisine girdi. Kürt tarafı bunu bilmesine rağmen hep sabırla davrandı ve çatışmasızlık ortamının bozulmasına neden olmaktan hep uzak durdu. Doğru da yaptı!
Derken, Gezi direnişi oldu. Başlangıçta Barış ve Demokrasi Partisi (BDP) Milletvekili Sırrı Süreyya Önder, dozerin önüne çıkarak bir sivil direniş örneği sergiledi ve Gezi’nin öncülerinden oldu. Önder’in açıklamaları ve tavrındaki onurlu duruş, Gezi’nin moral kaynaklarından biriydi. Sonra BDP direnişte, küçük bir grup olarak katılmanın dışında bütün gücüyle yer almadı. BDP Başkanı Selahattin Demirtaş da, AKP hükümetine karşı yumuşak muhalif açıklamalar yaptı.
Kürt hareketinin (özelde BDP’nin) Gezi’deki tavrı doğruydu. En azından Gezi direnişinde Kürt hareketi üzerinden oluşturulma ihtimali yüksek olan provokasyonlara meydan vermediler. İkincisi, AKP hükümetine karşıt bir cepheden yüksek sesle tavır almanın, barış sürecine zarar getirmesi endişesini taşıdılar.
Derken, 17 Aralık’ta AKP hükümetine yönelik yolsuzluk operasyonuyla bir siyasi kriz başladı.
Başbakan Erdoğan, Gezi direnişindeki siyasi mantığını burada da devam ettirerek, yolsuzluk soruşturması karşısındaki savunmasını, bunun hükümete karşı bir darbe olduğu görüşü üzerine inşa etti. Hal böyle olunca, Gezi direnişinde gerilmiş olan toplumda, genel olarak AKP taraftarları ve AKP karşıtları şeklinde bir yarılma yaşandı. Aslında 12 yıldır kaba hatlarıyla böyle bir ayrım mevcuttu. Elbette iktidar karşıtları bir ana başlık olup içerisinde farklı birçok siyasi renk bulunmaktadır.
Demokrasi mi, barış süreci mi?
İktidar, 17 Aralık yolsuzluk soruşturmasını savuşturmak için barış sürecinin zarar göreceği kozunu açıktan oynuyor. Kürtlere, bana muhtaçsınız demeye getiriyor. Yalnız Kürtlere değil, Kürt sorunun çözümünden yana olanlara karşı da aynı kozu ileri sürüyor. Barışın tehlikeye girmemesi için bu darbe girişiminin karşısında ve hükümetin yanında olun diyor. Gezi ile başlayıp 17 Aralık yolsuzluk operasyonuyla derinleşen politik krizde iktidar, barış süreci mi, demokrasi mi ikilemi dayatan bir strateji geliştirdi.
Soru şu: Kürt hareketinin AKP iktidarı karşısındaki tavrı ne olmalıdır? Ancak bu sorunun cevabı yalnızca iktidarla/AKP ile değil, diğer siyasi partilerle de ilgilidir.
Bir tarafta yolsuzluğa batmış ve giderek otoriterleşen hatta diktalaşan bir hükümet; diğer tarafta Kürt sorununun çözümü konusunda hiçbir görüşü olmayan, tersine hala devletçi reflekslere sahip inkârcı bir CHP ve milliyetçi bir MHP.
İktidarın karşısındaki muhalefet genel olarak milliyetçi, ulusalcı bir yapıda. Anaları ağlatan bu yapı, AKP iktidarını, memleketi bölmekle suçluyor. AKP iktidarı ise, yolsuzluk soruşturmasının önünü kesmek için kurumları hallaç pamuğu gibi atıyor. Yeni yasal tedbirlerle adım adım dikta inşa ederek demokrasi olarak neyimiz varsa budamaya devam ediyor.
İktidar çoktan beri barış sürecinin inşasına ne taş, ne harç koyuyor. Üstelik Suriye’deki PYD Kürt hareketini bastırmak için elinden gelen her türlü çabayı gösteriyor. PYD ile savaşan radikal İslamcıları destekliyor.
Bu ortamda Kürt hareketi, barış sürecini kerteriz alarak siyasetini oluşturuyor. Muhalefet cephesinde yer almasının mümkün olmadığını gören Kürt hareketi, AKP iktidarına da ne açıktan bir muhalefet ne de açıktan bir destek geliştirmiyor. Ancak Kürt hareketinin iktidar karşısındaki tutumu, barış sürecinin inatla devamı için utangaç bir destektir. Öcalan’ın açıklamalarının ve KCK Başkanı Cemil Bayık’ın Ruşen Çakır’a verdiği röportajın satır aralarında bu durum görülüyor.
Boğulmaya çalışılan bir muhalif hareketin lideri olarak zor koşullarda isabetli ve kaliteli bir siyasi çizgisi olan değerli Selahattin Demirtaş’ın açıklamaları her ne kadar iktidara yönelik muhalif yapıda olsa da, hep barış sürecinin zarar görmemesi kaygısını taşıyor.
Meclisin meddahı, insanca yaşamanın talepkarı Sırrı Süreyya Önder’den, 17 Aralığa ilişkin bir çift söz duymamak üzüntü verici olsa da…
Doğrusu Kürt hareketinin bu tutumunun ne derece isabetli olduğu ve bu siyasi stratejinin demokrasi açısından kazanımlar oluşturup oluşturmayacağı hususunda kaygılar taşıdığımı belirtmeliyim.
Böyle olmakla birlikte esas olan, barış sürecinin devam etmesi ve insanların ölmemesidir. Kürt hareketinin mevcut tavrını bu açıdan değerlendirdiğimizde daha anlaşılır olmaktadır. (HŞ/HK)